Rüştü`den Gelen Mektup
- Oktay Rıfat'a -
Önce bütün şairlere selam
Sonra şunu söylemek isterim
Ölüm hiç te güzel değil
Ne sabah var ne akşam
Sokakların ellerinden öperim
Bana yaşamasını öğretmişlerdi
Dost olsun düşman olsun
İnsanlara iyi günler dilerim
Söyle sarı saçlı daktiloya
Ben yokum artık
Vefasız dostlara hatırlat
Kimseye kalmaz o dünya
Nasıl unuturum güzeldi yaşamak
Fakat hakkı varmış Oktay`ın
``Hatıralar da dal istiyor
``Kuşlar gibi konacak``
Muzaffer Tayyip Uslu
Birileri yaşamış, düşünmüş,çözmüş…çözemediğiniz zamanlar için küçük bir akıl defteri……
30 Mart 2013 Cumartesi
29 Mart 2013 Cuma
Özgürlük
Özgürlük, yalnız kalabilmeye denir. İnsanlardan uzaklaşabiliyorsan,
onlara hiçbir muhtaçlığın, paraya ihtiyacın, sürüye uyma içgüdün, aşka,
şana, şöhrete hevesin ya da merakın yoksa özgürsündür.
Fernando Pessoa
Fernando Pessoa
27 Mart 2013 Çarşamba
Murathan Mungan - Eskidendi
Hani erken inerdi karanlık,
Hani yağmur yağardı inceden,
Hani okuldan, işten dönerken,
Işıklar yanardı evlerde,
Eskidendi, çok eskiden.
Hani ay herkese gülümserken,
Mevsimler kimseyi dinlemezken...
Hani çocuklar gibi zaman nedir bilmezken,
Eskidendi, çok eskiden.
Hani hepimiz arkadaşken,
Hani oyunlar tükenmemişken,
Henüz kimse bize ihanet etmemiş,
Biz kimseyi aldatmamışken,
Eskidendi, çok eskiden.
Hani şarkılar bizi bu kadar incitmezken,
Hani körkütük sarhoşken gençliğimizden,
Daha biz kimseye küsmemiş,
Daha kimse ölmemişken,
Eskidendi, çok eskiden.
Şimdi ay usul, yıldızlar eski
Hatıralar gökyüzü gibi gitmiyor üstümüzden
Geçen geçti,
Geçen geçti,
Geceyi söndür kalbim
Geceler de gençlik gibi eskidendi
Şimdi uykusuzluk vakti.
Hani yağmur yağardı inceden,
Hani okuldan, işten dönerken,
Işıklar yanardı evlerde,
Eskidendi, çok eskiden.
Hani ay herkese gülümserken,
Mevsimler kimseyi dinlemezken...
Hani çocuklar gibi zaman nedir bilmezken,
Eskidendi, çok eskiden.
Hani hepimiz arkadaşken,
Hani oyunlar tükenmemişken,
Henüz kimse bize ihanet etmemiş,
Biz kimseyi aldatmamışken,
Eskidendi, çok eskiden.
Hani şarkılar bizi bu kadar incitmezken,
Hani körkütük sarhoşken gençliğimizden,
Daha biz kimseye küsmemiş,
Daha kimse ölmemişken,
Eskidendi, çok eskiden.
Şimdi ay usul, yıldızlar eski
Hatıralar gökyüzü gibi gitmiyor üstümüzden
Geçen geçti,
Geçen geçti,
Geceyi söndür kalbim
Geceler de gençlik gibi eskidendi
Şimdi uykusuzluk vakti.
Özdemir Asaf
24 Mart 2013 Pazar
Cennetin Krallığı
Bu filmi kaç kere izlediğimi hatırlamıyorum. Eğer izlemediyseniz ya da izleyip unuttuysanız özellikle uzun versiyonunu izlemenizi öneririm. Dinin, toprak, zenginlik ve güç için (her dinden) yobaz tarafından nasıl sömürüldüğünü, nasıl çıkarları için "God wills it (Tanrı/Allah istiyor)"un arkasına saklanıp ortalığı birbirine kattıklarını anlatan harika bir film...Zaten bu nidayı filmi izlerken sık sık duyacaksınız...
Bu imdb sayfası : http://www.imdb.com/title/tt0320661/
Bu da film müziklerinden biri : http://www.youtube.com/watch?v=5ywnt9nB5Ls
Filmde bunu unutmamalıyım diyeceğim konuşmalar vardı. İki tanesi aşağıda:
Hospitaller : Din benim umurumda falan değil!
Din maskesi altında, her mezhepten fanatiğin yaptığı çılgınlıkları ve sonra da bunu Tanrı isteği olarak adlandırdıklarını gördüm.
Birçok katilin gözlerinde, birçok dini gördüm.
Kutsallık yapılan doğru işlerde ve kendini savunamayanları korumak için gösterilen mertliktedir.
(Kalbini ve kafasını göstererek)
Ve Tanrı'nın arzusu olan iyilik burada ve buradadır.
Kral Baldwin : Dünyanın tamamı satrancın içindedir. Herhangi bir hareketin sonun olabilir.
Başladığın yerde kalmanın dışında birşey yaparsan sonundan da emin olamazsın!
Bir zamanlar sonunun ne olacağından emin miydin?
İbelin'li Balian: Emindim.
Kral Baldwin : Neydi peki?
İbelin'li Balian: Öldüğümde, doğduğum yerin 100 metre ötesine gömülecektim!
Kral Baldwin : Ya şimdi?
İbelin'li Balian: Şimdi Kudüs'deyim ve bir Kral'ın yüzüne bakıyorum.
Kral Baldwin : 16 yaşındayken, büyük bir zafer kazanmıştım. O anda, 100 sene yaşayacağımı düşünmüştüm. Şimdiyse 30'umu bile göremeyeceğimi biliyorum. Gerçekte, hiçbirimiz sonumuzu kestiremiyoruz ya da o sona kimin elinden gideceğimizi bilemiyoruz.
Bir Kral, bir adamı harekete geçirebilir. Bir baba, oğlundan talepde bulunabilir. O adam, kendi kendine de harekete geçebilir. Ve o adam, işte o zaman gerçekten kendi oyununa başlamış olur. Unutma, nasıl oynamış ya da oynatılmış olursan ol seni piyon gibi kullananlar, Kral veya güçlü adamlar da olsa ruhun sadece sana aitttir. Tanrı huzuruna çıktığında diyemezsin ki "ama bana öyle emretmişlerdi" ya da "ama şartlar o dönemde müsait değildi" Bu yeterli olmaz. Bunu unutma!
Bu imdb sayfası : http://www.imdb.com/title/tt0320661/
Bu da film müziklerinden biri : http://www.youtube.com/watch?v=5ywnt9nB5Ls
Filmde bunu unutmamalıyım diyeceğim konuşmalar vardı. İki tanesi aşağıda:
Hospitaler - David Thewlis |
Hospitaller : Din benim umurumda falan değil!
Din maskesi altında, her mezhepten fanatiğin yaptığı çılgınlıkları ve sonra da bunu Tanrı isteği olarak adlandırdıklarını gördüm.
Birçok katilin gözlerinde, birçok dini gördüm.
Kutsallık yapılan doğru işlerde ve kendini savunamayanları korumak için gösterilen mertliktedir.
(Kalbini ve kafasını göstererek)
Ve Tanrı'nın arzusu olan iyilik burada ve buradadır.
Kral Baldwin - Edward Norton |
Başladığın yerde kalmanın dışında birşey yaparsan sonundan da emin olamazsın!
Bir zamanlar sonunun ne olacağından emin miydin?
İbelin'li Balian: Emindim.
Kral Baldwin : Neydi peki?
İbelin'li Balian: Öldüğümde, doğduğum yerin 100 metre ötesine gömülecektim!
Kral Baldwin : Ya şimdi?
İbelin'li Balian: Şimdi Kudüs'deyim ve bir Kral'ın yüzüne bakıyorum.
Kral Baldwin : 16 yaşındayken, büyük bir zafer kazanmıştım. O anda, 100 sene yaşayacağımı düşünmüştüm. Şimdiyse 30'umu bile göremeyeceğimi biliyorum. Gerçekte, hiçbirimiz sonumuzu kestiremiyoruz ya da o sona kimin elinden gideceğimizi bilemiyoruz.
Bir Kral, bir adamı harekete geçirebilir. Bir baba, oğlundan talepde bulunabilir. O adam, kendi kendine de harekete geçebilir. Ve o adam, işte o zaman gerçekten kendi oyununa başlamış olur. Unutma, nasıl oynamış ya da oynatılmış olursan ol seni piyon gibi kullananlar, Kral veya güçlü adamlar da olsa ruhun sadece sana aitttir. Tanrı huzuruna çıktığında diyemezsin ki "ama bana öyle emretmişlerdi" ya da "ama şartlar o dönemde müsait değildi" Bu yeterli olmaz. Bunu unutma!
15 Mart 2013 Cuma
Nejat İşler - Mutluluk
“Mutluluk, galiba mutsuzluğa alışma hali. Kardeşim, biz bu dünyada mutsuz olacağız, bu kesin. Çünkü bizi mutsuz edecek birileri çıkacak; sen ne yapmaya çalışırsan çalış, buna engel olamayacaksın.” dediğin zaman, tamamdır.
Bence, mutluluk bu.
Nejat İşler.
11 Mart 2013 Pazartesi
Sec'tir"et!
hayatta yapabileceğiniz 2 şey var: ya secret ya da sec'ti'ret!
9 Mart 2013 Cumartesi
Radyo Kanalı ve İnsan
Mutfakta hala "teyp" kullanıyorum, hem de bu elektronik zamanda!!!Bildiğimiz kasetçalar, frekansı tekerlek ile ayarladığınız bir alet...Bugün mutfak evrenimde keşfettiğim şey şudur ki; "Bazı insanlar radyo istasyonları gibi". Yanındayken ses gayet net, güzelce ayarını yapıyorsun. "Heh!" diyorsun "oldu!!" Havuçları doğramaya gidiyorsun ki cazırdamaya başlıyor. Gidip bir daha ayar çekiyorsun. Bir deneme daha...Cık olmuyor. Bazen düzgün düzgün çalarken odaya biri giriyor. Cazırtt...cozurt..."Yok, buna ayar verilmez!Çok çabuk bozuyor kendini"...En sevdiğin şarkıyı çalıyor da olsa kanalı değiştiriyorsun. Güç aldığı yerin daha kuvvetli olduğu bir kanala!
Seçil
Seçil
Ece Temelkuran - Canavarlar
Ece Temelkuran - Canavarlar
Kimin hayatını yaşıyorsun sen? Kendininkini mi? Öyle mi? Hep mi? Dursan baksan şimdi ne kadar kendin kaldın bu hayatta? Kendinde ne kadar sen varsın? Dursan baksan şimdi, kendini ikna ede ede ne kadar yol gittin kendinden? "Olması gereken bu" diye, "Hayatın zaten pek fazla numarası yok" diye? "Zaten daha ne olacaktı?" diye... "Burası iyi, güvenli" diye diye diye diye...
Ne kadar yol gittin kendinden kendine hikayeler anlata anlata? Düşünsene, o hikâyelerle ne kadar çok zaman oyalandın aslında başkasının olan hayatlarda?
Oysa bir gün...
Kendine geri yürüyeceksin. Bu yüzden dikkat et de fazla uzaklara gidip geri dönüş yolunu kaybetmeyesin.
Beyaz çakıllar bırak...
Dikkat et. Bir gün geri dönüş yolu için kendine küçük, beyaz çakıl taşları bırak mümkünse. Çünkü sonra dönüp geriye baktığında kendine geri giden yolu hiç bulamayabilirsin. Yerini yönünü şaşırıp, ormanda çöküp kalmış bir çocuk gibi etrafında çoğalan seslerden korkabilirsin.
Bir gün, söylüyorum sana, büyük bir sarsıntıyla kendini bir vitrin camında göreceksin. İnsanlar gelip geçecek arkandan, hayat arkada akmaya devam edecek. Sen donakalacaksın.
Elinde çantan olacak belki, çantana şaşıracaksın. Üzerindeki paltoyu kim yapıştırdı sana, bu atkıyı kim sardı boynuna? Bu yüze bu çizgileri hangi kayıp zamanlar çizdi? Sen orada mıydın o zaman?
"Bütün onlar oldu mu?" diye şaşıp öylece vitrin camında eskidenki bir halini göreceksin. Kendini ne kadar özlemiş olduğunu düşünüp öylece, arkadan insanlar akarken, yollar geçerken arkandan, içinde çekirdeğin burularak, bir gün, söylüyorum sana, kendine geri dönmekten başka bir çaren kalmadığını göreceksin.
"Bedeli neyse ne!" diyeceksin, "Kim üzülürse üzülsün!" diyeceksin "Olacaksa olsun bütün ayıplar". İnsan ancak yeniden canlanınca anlar ne kadar cansızlaştığını. Yeniden kıpırdamaya başlayınca damarın anlarsın o ana kadar kendini uyuttuğunu. Yaşamaktan başka ne varsa onları yapıyor olduğunu.
İşte tam o zaman önünde derin, dibi görünmeyen bir uçurum açılacak. Sen eğer o yardan aşağı atlamazsan en derin karanlıklardan daha karasına gömülecek gibi hissedeceksin kendini.
Artık bu hayat, bu başkasının olan, yakanı paçanı bıraksın, o uçurumun dibinde en beter cehennem olsa da atlayayım isteyeceksin. İşte böylece, tuhaf bir yanılsamayla, kendinden binlerce hayat mili uzaklaşmış olsan da, tuhaftır hakikaten bu yanılsama, bir anda kendine geri döneceksin. Kalbin yeniden sana ait olacak o zaman, ellerin sana geri gelecek ve bu çanta, bu palto senin üzerindeki bir şaka gibi duracak.
Hiç korkma, oldu mu? Çünkü hayat, kendini hayattan geri alanın önünde eğilir sadece. Gerisi sadece ödüldür. Ancak kendi kendine kavuşan insan geceleri köpeklerin saldırısına uğramadan uyur.
Yatakların altından canavarlar gider bir anda, evler ferahlar, sokaklar kıvrıla kıvrıla gıdıklar yeryüzünü. Yatakların altından canavarlar temizlenir, bir kere daha söyleyeyim.
Korkuları yenebilmek
Sana ne diyeceğim biliyor musun? Anladım ben bütün o masallarda neden canavarları öldüren bir garibana verdiklerini prensesleri. Çünkü ancak korkuları öldürenler hak ediyor o güzel kızları, kraliyet sofralarını, o sonsuz şölenleri. Ancak canavarları öldürenler ispatlıyor insanlara yeniden, korkuların yenilebileceğini.
Onlar işte, insanlığın aradığında bulacağı geri dönüş yollarındaki, beyaz, parlak, küçük çakıl taşları gibi duruyorlar. Her gün aslında onlar ve her gece, sana, bana, diğerlerine herkesin kendine ait olabileceğini, herkesin sadece kendine ait olduğunu söylüyorlar. Ah! Ne güzel oluyor o zaman. Ne güzel oluyor uyandığın ilk sabah...
Kimin hayatını yaşıyorsun sen? Kendininkini mi? Öyle mi? Hep mi? Dursan baksan şimdi ne kadar kendin kaldın bu hayatta? Kendinde ne kadar sen varsın? Dursan baksan şimdi, kendini ikna ede ede ne kadar yol gittin kendinden? "Olması gereken bu" diye, "Hayatın zaten pek fazla numarası yok" diye? "Zaten daha ne olacaktı?" diye... "Burası iyi, güvenli" diye diye diye diye...
Ne kadar yol gittin kendinden kendine hikayeler anlata anlata? Düşünsene, o hikâyelerle ne kadar çok zaman oyalandın aslında başkasının olan hayatlarda?
Oysa bir gün...
Kendine geri yürüyeceksin. Bu yüzden dikkat et de fazla uzaklara gidip geri dönüş yolunu kaybetmeyesin.
Beyaz çakıllar bırak...
Dikkat et. Bir gün geri dönüş yolu için kendine küçük, beyaz çakıl taşları bırak mümkünse. Çünkü sonra dönüp geriye baktığında kendine geri giden yolu hiç bulamayabilirsin. Yerini yönünü şaşırıp, ormanda çöküp kalmış bir çocuk gibi etrafında çoğalan seslerden korkabilirsin.
Bir gün, söylüyorum sana, büyük bir sarsıntıyla kendini bir vitrin camında göreceksin. İnsanlar gelip geçecek arkandan, hayat arkada akmaya devam edecek. Sen donakalacaksın.
Elinde çantan olacak belki, çantana şaşıracaksın. Üzerindeki paltoyu kim yapıştırdı sana, bu atkıyı kim sardı boynuna? Bu yüze bu çizgileri hangi kayıp zamanlar çizdi? Sen orada mıydın o zaman?
"Bütün onlar oldu mu?" diye şaşıp öylece vitrin camında eskidenki bir halini göreceksin. Kendini ne kadar özlemiş olduğunu düşünüp öylece, arkadan insanlar akarken, yollar geçerken arkandan, içinde çekirdeğin burularak, bir gün, söylüyorum sana, kendine geri dönmekten başka bir çaren kalmadığını göreceksin.
"Bedeli neyse ne!" diyeceksin, "Kim üzülürse üzülsün!" diyeceksin "Olacaksa olsun bütün ayıplar". İnsan ancak yeniden canlanınca anlar ne kadar cansızlaştığını. Yeniden kıpırdamaya başlayınca damarın anlarsın o ana kadar kendini uyuttuğunu. Yaşamaktan başka ne varsa onları yapıyor olduğunu.
İşte tam o zaman önünde derin, dibi görünmeyen bir uçurum açılacak. Sen eğer o yardan aşağı atlamazsan en derin karanlıklardan daha karasına gömülecek gibi hissedeceksin kendini.
Artık bu hayat, bu başkasının olan, yakanı paçanı bıraksın, o uçurumun dibinde en beter cehennem olsa da atlayayım isteyeceksin. İşte böylece, tuhaf bir yanılsamayla, kendinden binlerce hayat mili uzaklaşmış olsan da, tuhaftır hakikaten bu yanılsama, bir anda kendine geri döneceksin. Kalbin yeniden sana ait olacak o zaman, ellerin sana geri gelecek ve bu çanta, bu palto senin üzerindeki bir şaka gibi duracak.
Hiç korkma, oldu mu? Çünkü hayat, kendini hayattan geri alanın önünde eğilir sadece. Gerisi sadece ödüldür. Ancak kendi kendine kavuşan insan geceleri köpeklerin saldırısına uğramadan uyur.
Yatakların altından canavarlar gider bir anda, evler ferahlar, sokaklar kıvrıla kıvrıla gıdıklar yeryüzünü. Yatakların altından canavarlar temizlenir, bir kere daha söyleyeyim.
Korkuları yenebilmek
Sana ne diyeceğim biliyor musun? Anladım ben bütün o masallarda neden canavarları öldüren bir garibana verdiklerini prensesleri. Çünkü ancak korkuları öldürenler hak ediyor o güzel kızları, kraliyet sofralarını, o sonsuz şölenleri. Ancak canavarları öldürenler ispatlıyor insanlara yeniden, korkuların yenilebileceğini.
Onlar işte, insanlığın aradığında bulacağı geri dönüş yollarındaki, beyaz, parlak, küçük çakıl taşları gibi duruyorlar. Her gün aslında onlar ve her gece, sana, bana, diğerlerine herkesin kendine ait olabileceğini, herkesin sadece kendine ait olduğunu söylüyorlar. Ah! Ne güzel oluyor o zaman. Ne güzel oluyor uyandığın ilk sabah...
Ece Temelkuran - Sen de mi?
Ece Temelkuran - Sen de mi?
Sen de öyle misin acaba? En tuhaf şeyleri sabahları düşünürüm ben. Geceleri, gün ışığından sakladığımız, kılık değiştirmiş "fena fikirler" rüyalara üşüştüğü için belki de sabahları böyle oluyor insan. Herkesin vardır kılık değiştirmiş fena anıları.
Onları rüyalarda görmek cesaret ister. Hatırlamak daha büyük cesaret. Anlamak ise insanın kendiyle muhabbetini artırır. O zaman zaten sen artık "varsındır".
Biliyor musun ne düşünüyorum? Kendiyle konuşabilenler "vardır" sadece. Hiç ses vermiyorsan kendine, "olduğunu" nereden bileceksin ki?
İnsan kendi tarafında olmalı
Kendinle konuşmak için bir dilin olmalı. Yoksa sabahları, kötü bir ses, neler yapamadığını hatırlatarak, söylene söylene uyandırıyor insanı.
Neleri yapmayı unuttuğunu, zaten hep unuttuğunu. Kimleri araman gerekirken aramadığını, zaten vefasız olduğunu. O gün orada şöyle deseydin her şeyin bambaşka olacağını, ama bir türlü lafı gediğine koyamadığını...
Yenik başlıyorsun güne anladın mı? Kendi kendine, takımdan ayrı düz koşudasın bir bakıma. Kendi tarafında olmalı insan, kendi yanını tutmalı bilhassa sabahları, kahvaltıdan önce. Sabahları yataktan, şöyle söyleyeyim ben sana, insan yataktan bir takım halinde kalkmalı.
"İyi oynayan kazansın" demeli; hızlı koşan değil, güzel koşan göğüslesin ipi. Güzel koşmaya inanmalı fakat, ta derinden.
İpi göğüsleyemeyince, sonradan yani, pişman olmayacak kadar güzel şeyler biriktirmiş olmalı koşarken. Güzel şeyler biriktirdiğini insan hep kendiyle konuşa konuşa hatırlatabilmeli kendine.
Sana da olur mu? Sabahları en tuhaf şeyleri düşünürüm ben. Geriye kaç sabah kaldığını mesela. Bir aceleyle yaşamak ister insan böyle olunca. Binlerce şeye aynı anda başlamak istersin. Dev bir telaş küçültür gövdeni. Hayatın sadece kendi zamanı içinde yaşandığını anlayana kadar öğlen olur. Öğlen olunca zaten, dünya, güne doluşur, fena fikirlere yer kalmaz gürültüden. Sabahları kurulan kumdan kaleler yıkılır. Ama, biliyor musun?
Gerçekten istersen başlarsın
İnsan ancak gerçekten istediklerine başlayabilir. Sonra dönüp bakınca anlarsın ki, başlamış olduklarını istemişsin zaten; üzülecek bir şey yoktur. Onları istemeyi istemiyorsan o başka işte, sabahları insanın aklına onlar da üşüşür.
İnsanlık deryasında bir damla, insanın damlasında bir insanlık deryası olduğunu, kelimesiz, sessiz anladığından o sabahlarda, bir göğüs genişlemesiyle anlarsın ki, sen de aslında birisin. Birilerinden birisin sadece. Ne şefkatlidir bu, ne zalim aynı anda. Bitip gideceksin adını anlamayacaklar bir yandan, bir yandan sen de bir çizik atıp geçmiş olacaksın dünyadan.
Her dokunuş bir iz bırakıyorsa hakikaten sen basbayağı bir insanın ayak izlerini bırakacaksın yeryüzünde. İnsanlık adına küçük bir adım olacak belki, ama sen "güzel" yürümüş olacaksın.
Az gitmiş, uz gitmiş olacaksın yani, ama uzaydan bakılınca görülebilecek o şeyler arasında olmayacak ayak izlerin. Sen de uzaydan bakma o zaman kendine. Yakından bak, deli misin?
Kendine yakından bak
Sen de en tuhaf şeyleri sabahları mı düşünürsün? Durup dururken ilk sevişmen gelir mi aklına ve martıların ölmek için nereye gittiği? Türkçenin hiç de okunduğu gibi yazılmayan bir dil olduğunu keşfeder misin mesela aniden? Çok az sözcüğün numaracı olduğunu aslında...
Sigarayı bırakman gerektiğini, bırakırsan hayatının kaçta kaçını kaybedeceğini düşünür müsün daha yataktan kalkmadan, bırakmazsan kaçta kaçını?
Her elbisenin bir kaderi olduğunu, elbiselerin kaderlerini giyindiğimizi? Rüyalarda anne ve babalarımızın hep kılık değiştirdiğini? Sonra sen de mi kalkıp işe gidersin, benim gibi?
Sen de öyle misin acaba? En tuhaf şeyleri sabahları düşünürüm ben. Geceleri, gün ışığından sakladığımız, kılık değiştirmiş "fena fikirler" rüyalara üşüştüğü için belki de sabahları böyle oluyor insan. Herkesin vardır kılık değiştirmiş fena anıları.
Onları rüyalarda görmek cesaret ister. Hatırlamak daha büyük cesaret. Anlamak ise insanın kendiyle muhabbetini artırır. O zaman zaten sen artık "varsındır".
Biliyor musun ne düşünüyorum? Kendiyle konuşabilenler "vardır" sadece. Hiç ses vermiyorsan kendine, "olduğunu" nereden bileceksin ki?
İnsan kendi tarafında olmalı
Kendinle konuşmak için bir dilin olmalı. Yoksa sabahları, kötü bir ses, neler yapamadığını hatırlatarak, söylene söylene uyandırıyor insanı.
Neleri yapmayı unuttuğunu, zaten hep unuttuğunu. Kimleri araman gerekirken aramadığını, zaten vefasız olduğunu. O gün orada şöyle deseydin her şeyin bambaşka olacağını, ama bir türlü lafı gediğine koyamadığını...
Yenik başlıyorsun güne anladın mı? Kendi kendine, takımdan ayrı düz koşudasın bir bakıma. Kendi tarafında olmalı insan, kendi yanını tutmalı bilhassa sabahları, kahvaltıdan önce. Sabahları yataktan, şöyle söyleyeyim ben sana, insan yataktan bir takım halinde kalkmalı.
"İyi oynayan kazansın" demeli; hızlı koşan değil, güzel koşan göğüslesin ipi. Güzel koşmaya inanmalı fakat, ta derinden.
İpi göğüsleyemeyince, sonradan yani, pişman olmayacak kadar güzel şeyler biriktirmiş olmalı koşarken. Güzel şeyler biriktirdiğini insan hep kendiyle konuşa konuşa hatırlatabilmeli kendine.
Sana da olur mu? Sabahları en tuhaf şeyleri düşünürüm ben. Geriye kaç sabah kaldığını mesela. Bir aceleyle yaşamak ister insan böyle olunca. Binlerce şeye aynı anda başlamak istersin. Dev bir telaş küçültür gövdeni. Hayatın sadece kendi zamanı içinde yaşandığını anlayana kadar öğlen olur. Öğlen olunca zaten, dünya, güne doluşur, fena fikirlere yer kalmaz gürültüden. Sabahları kurulan kumdan kaleler yıkılır. Ama, biliyor musun?
Gerçekten istersen başlarsın
İnsan ancak gerçekten istediklerine başlayabilir. Sonra dönüp bakınca anlarsın ki, başlamış olduklarını istemişsin zaten; üzülecek bir şey yoktur. Onları istemeyi istemiyorsan o başka işte, sabahları insanın aklına onlar da üşüşür.
İnsanlık deryasında bir damla, insanın damlasında bir insanlık deryası olduğunu, kelimesiz, sessiz anladığından o sabahlarda, bir göğüs genişlemesiyle anlarsın ki, sen de aslında birisin. Birilerinden birisin sadece. Ne şefkatlidir bu, ne zalim aynı anda. Bitip gideceksin adını anlamayacaklar bir yandan, bir yandan sen de bir çizik atıp geçmiş olacaksın dünyadan.
Her dokunuş bir iz bırakıyorsa hakikaten sen basbayağı bir insanın ayak izlerini bırakacaksın yeryüzünde. İnsanlık adına küçük bir adım olacak belki, ama sen "güzel" yürümüş olacaksın.
Az gitmiş, uz gitmiş olacaksın yani, ama uzaydan bakılınca görülebilecek o şeyler arasında olmayacak ayak izlerin. Sen de uzaydan bakma o zaman kendine. Yakından bak, deli misin?
Kendine yakından bak
Sen de en tuhaf şeyleri sabahları mı düşünürsün? Durup dururken ilk sevişmen gelir mi aklına ve martıların ölmek için nereye gittiği? Türkçenin hiç de okunduğu gibi yazılmayan bir dil olduğunu keşfeder misin mesela aniden? Çok az sözcüğün numaracı olduğunu aslında...
Sigarayı bırakman gerektiğini, bırakırsan hayatının kaçta kaçını kaybedeceğini düşünür müsün daha yataktan kalkmadan, bırakmazsan kaçta kaçını?
Her elbisenin bir kaderi olduğunu, elbiselerin kaderlerini giyindiğimizi? Rüyalarda anne ve babalarımızın hep kılık değiştirdiğini? Sonra sen de mi kalkıp işe gidersin, benim gibi?
Paul Auster
Sizi tatlı kılacak kadar mutluluğunuz olsun, güçlü kılacak kadar acınız ve sizi kullanmalarına fırsat vermeyecek kadar umudunuz.
Paul Auster
Paulo Coelho - İzin vermek
Paulo Coelho |
Kapıyı kapat, plağı değiştir, evi temizle, tozda kurtul. Geçmişte olduğun kişi olmayı bırak ve şu an kimsen o ol!
Paulo Coelho
8 Mart 2013 Cuma
Doğru söze ne denir? - II
- Akıllı kişilerin en büyük talihsizliği, salakların abuk sabukluklarıyla başa çıkmak zorunda olmalarıdır. Voltaire
- Hayallerinin pesinden koş, birgün mutlaka yorulacaklardir. Paul Auster
- Parçaları kaybolmuş puzzle gibi artık insanlar. Kiminin kalbi, kiminin ruhu, kiminin de bir beyni yok. Chuck Palahniuk
- Ya hatalarınla yüzleşir Ya da hatalarınla yüzsüzleşirsin.. Cahil olmak ayrı, pislik olmak ayrıdır. Dostoyevski
- Herkes ne diyecek!Herkesten ne gördüm ki?Bu herkes dedikleri şey beni üzmekten,hayatımı manasız hale sokmaktan başka ne yaptı? Sabahattin Ali
- Düşünebilen herkesin insan olması, insan olan herkesin düşünebildiği manasına gelmiyor ne yazık ki. Freud
- Mutlu mu olmak istiyorsun? Kimseden bir şey bekleme.. Bob Marley
- Dostun üzüntüsüne acı duyabilirsin bu kolaydır ama dostun başarısına sempati duyabilmek sağlam bir karakter gerektirir. Oscar Wilde
- Belki bu dünya başka bir gezegenin cehennemidir? A. Huxley
Etiketler:
akıl,
bob marley,
cahillik,
Chuck Palahniuk,
düşünce gücü,
düşünmek,
freud,
hata,
hayal,
mutluluk,
oscar wilde,
Paul Auster,
pislik,
sabahattin ali,
salak,
talihsizlik,
toplum baskısı,
voltaire
Albert Einstein
Ferhan Şaylıman - Ertelemek
Ertelemek, yaşamın mayasını kaçırır.
Kızdıysan bağır, sevindiysen söyle, acıktıysan ye, uykun geldiyse yat, özlediysen arkasından koş, sıkıldıysan çarp kapıyı çık, konuşmak istiyorsan konuş.
Sonraya ertelenen ne varsa ruhunu, kokusunu, tazeliğini, öz suyunu yitirir...
Söylenmeyen sözler de zamanaşımına uğrarlar. Yaşlanmaya benzer bu: Sözcükler de büzüşüp, küçülürler. Geriye dönüş yapıldığında o vurucu gücü, etkiyi beklemek hayaldir.
Ferhan Şaylıman
Kızdıysan bağır, sevindiysen söyle, acıktıysan ye, uykun geldiyse yat, özlediysen arkasından koş, sıkıldıysan çarp kapıyı çık, konuşmak istiyorsan konuş.
Sonraya ertelenen ne varsa ruhunu, kokusunu, tazeliğini, öz suyunu yitirir...
Söylenmeyen sözler de zamanaşımına uğrarlar. Yaşlanmaya benzer bu: Sözcükler de büzüşüp, küçülürler. Geriye dönüş yapıldığında o vurucu gücü, etkiyi beklemek hayaldir.
Ferhan Şaylıman
Murathan Mungan I
Bütün bir geceyi uykusuz geçirmene sebep olan şeyleri bir nefeste anlatamazsın. Önce içine atarsın, sonra da susarsın.
Murathan Mungan
Ece Temelkuran - Senin gibi kuşlar...
Ece Temelkuran - Senin gibi kuşlar...
Kişiliğimin bir bölümünü aldırayım diyorum. Ara sıra diyorum. Yatayım bir ameliyat masasına, ayıklasınlar beni. Aceleciliğimi alsınlar mesela. Haksızlığa dayanamayışımı birazını çıkarıp tıbbi atıklar bölümüne göndersinler. Boşalan yerlere daha fazla ‘hayır’ diyebilmeyi koysunlar.
Hassasiyetin en az yarısını çıkarsınlar. Onun yerine sert davranma protezi koysunlar. “Arlı arından korkar; arsız sanır benden korkar” diyorlar. Doğru diyorlar. Ar’ımın da birazcığını ar transplantasyonu yapıp versinler ihtiyaç sahiplerine.
Yağ aldırır gibi nezaketi de aldırayım; nezaket ‘liposuction’ı yaptırayım diyorum. Ferahlayayım biraz. Söz söyleme yeteneğimin bir kısmını da çıkarıp yerine ‘laf geçirmeyi’ koysunlar. İşini ciddiye almayı da en az dörtte üç oranında kesip çıkarsınlar, lüzum yok artık çünkü öyle şeylere.
Suni döllenme gibi bir yerde benim gibiler için böyle yeni kişilik özellikleri üretip üretip yerleştirsinler içimize. Hatta organ bağışı gibi olsun bu iş. İyi insanların iyiliklerini ölümlerinden sonra böbrek, kalp gibi iyilik bekleyen insanlara taksınlar.
Kumru telaşı
Sonra diyorum ki boş ver. Yatma bıçak altına. Çünkü bu sabah iki kumru geliyor, kumru dilinde bir şeyler söylüyorlar pencerede.
Biraz da çıkışır gibi sanki. “Neredeydin aylardır?” gibisine... Kuş telaşı var bende. Manasız, insana göre değil. Adı üstünde kuşlara göre bir telaş bu. Apar topar mutfağa koştum, paldır küldür ekmeği ufaladım.
Sanki kuşlar kaçacak. Sanki kuşlar kaçsa ben çok fena suçlu olacağım. Sanki kuşların açlık sorunundan sorumlu bir benim. Bir aceleyle serptim kırıntıları pencere önüne. Kaçışırlar ya onlar tam o esnada, ben ondan da ürküyorum. Geri gelmezler belki diye. Sonra çıktım evden.
Geri geldim. Kuş annesi miyim ben, baktım yenmiş mi tabaktakiler diye. Aaa! O da ne?
Efendi kuşlar
Kumrular bana bir dal çiçek getirmişler. Yazı uydurması değil, hakikaten bir dal çiçek. Ne kumrular var şu hayatta. Ne efendi kumrular, ne nazik ve kumru gibi düşünceli...
Kumrular, bir çift kumru gibi durdular öyle pencerede ben bu yazıyı yazarken. Kafalarını eğip eğip baktılar. “Sizi yazıyorum” diyesim geldi. “Sizi yazıyorum ve sizin gibi kumrular yüzünden hâlâ dünyanın döndüğünü.”
Yatma bıçak altına sen de. Git kendine kendin gibi bir kuş bul, taze bir bahar ya da gamlı hazan. Böyle yaşayıp gidiyoruz çünkü. Yılıyoruz ve sonra yeniden ayağa kaldırıyor bizi bize benzeyenler. Sanki yeniden düşmeyecekmişiz gibi değil, öyle bir söz hiç vermeden.
Ama hayat küçük bir şey zaten. Sen, ben ve senin gibi kuşlar. O kadar. Gerisi çoğu kez gaflet ve dalalet. Sonra işte kuşlar uçuyor, söz veriyorlar sana, senin gibi olacaklarına...
Kişiliğimin bir bölümünü aldırayım diyorum. Ara sıra diyorum. Yatayım bir ameliyat masasına, ayıklasınlar beni. Aceleciliğimi alsınlar mesela. Haksızlığa dayanamayışımı birazını çıkarıp tıbbi atıklar bölümüne göndersinler. Boşalan yerlere daha fazla ‘hayır’ diyebilmeyi koysunlar.
Hassasiyetin en az yarısını çıkarsınlar. Onun yerine sert davranma protezi koysunlar. “Arlı arından korkar; arsız sanır benden korkar” diyorlar. Doğru diyorlar. Ar’ımın da birazcığını ar transplantasyonu yapıp versinler ihtiyaç sahiplerine.
Yağ aldırır gibi nezaketi de aldırayım; nezaket ‘liposuction’ı yaptırayım diyorum. Ferahlayayım biraz. Söz söyleme yeteneğimin bir kısmını da çıkarıp yerine ‘laf geçirmeyi’ koysunlar. İşini ciddiye almayı da en az dörtte üç oranında kesip çıkarsınlar, lüzum yok artık çünkü öyle şeylere.
Suni döllenme gibi bir yerde benim gibiler için böyle yeni kişilik özellikleri üretip üretip yerleştirsinler içimize. Hatta organ bağışı gibi olsun bu iş. İyi insanların iyiliklerini ölümlerinden sonra böbrek, kalp gibi iyilik bekleyen insanlara taksınlar.
Kumru telaşı
Sonra diyorum ki boş ver. Yatma bıçak altına. Çünkü bu sabah iki kumru geliyor, kumru dilinde bir şeyler söylüyorlar pencerede.
Biraz da çıkışır gibi sanki. “Neredeydin aylardır?” gibisine... Kuş telaşı var bende. Manasız, insana göre değil. Adı üstünde kuşlara göre bir telaş bu. Apar topar mutfağa koştum, paldır küldür ekmeği ufaladım.
Sanki kuşlar kaçacak. Sanki kuşlar kaçsa ben çok fena suçlu olacağım. Sanki kuşların açlık sorunundan sorumlu bir benim. Bir aceleyle serptim kırıntıları pencere önüne. Kaçışırlar ya onlar tam o esnada, ben ondan da ürküyorum. Geri gelmezler belki diye. Sonra çıktım evden.
Geri geldim. Kuş annesi miyim ben, baktım yenmiş mi tabaktakiler diye. Aaa! O da ne?
Efendi kuşlar
Kumrular bana bir dal çiçek getirmişler. Yazı uydurması değil, hakikaten bir dal çiçek. Ne kumrular var şu hayatta. Ne efendi kumrular, ne nazik ve kumru gibi düşünceli...
Kumrular, bir çift kumru gibi durdular öyle pencerede ben bu yazıyı yazarken. Kafalarını eğip eğip baktılar. “Sizi yazıyorum” diyesim geldi. “Sizi yazıyorum ve sizin gibi kumrular yüzünden hâlâ dünyanın döndüğünü.”
Yatma bıçak altına sen de. Git kendine kendin gibi bir kuş bul, taze bir bahar ya da gamlı hazan. Böyle yaşayıp gidiyoruz çünkü. Yılıyoruz ve sonra yeniden ayağa kaldırıyor bizi bize benzeyenler. Sanki yeniden düşmeyecekmişiz gibi değil, öyle bir söz hiç vermeden.
Ama hayat küçük bir şey zaten. Sen, ben ve senin gibi kuşlar. O kadar. Gerisi çoğu kez gaflet ve dalalet. Sonra işte kuşlar uçuyor, söz veriyorlar sana, senin gibi olacaklarına...
Etiketler:
çiçek,
ece temelkuran,
iyi insanlar,
iyilik,
kumru,
milliyet,
nezaket,
ölüm,
telaş
6 Mart 2013 Çarşamba
Charles Bukowski
Gençken daha iyiydi; arayış içindeydim.
Geceleri sokakları dolaşırdım… kaynaşırdım, dövüşürdüm, arardım… Hiçbir
şey bulamadım. Kadınlara gelince; her kadın bir ümitti ama çok sürmedi.
Durumu hayli çabuk kavrayıp rüyalarımın Kadını’nı aramaktan vazgeçtim;
kabus gibi olmayan bir kadın kabulümdü.
Charles Bukowski
Charles Bukowski
Etiketler:
arayış,
Charles Bukowski,
gençlik,
rüyalar
4 Mart 2013 Pazartesi
2 Mart 2013 Cumartesi
Mart 2013 Top Ten
1- Bol köpüklü Türk Kahvesi
2- Elektronik sigara
3- Bukowski
4- Can Yücel
5- Brave
6- Cem Yılmaz
7- Müzeyyen Senar
8- 90lar
9- Sabahattin Ali - İçimizdeki şeytan
10- Guns n roses - Get in the ring
2- Elektronik sigara
3- Bukowski
4- Can Yücel
5- Brave
6- Cem Yılmaz
7- Müzeyyen Senar
8- 90lar
9- Sabahattin Ali - İçimizdeki şeytan
10- Guns n roses - Get in the ring
1 Mart 2013 Cuma
Charles Bukowski - Tembellik
Önemlidir. Tembellik etmeyi bilmek lazım.
İşin özü tempodur. Yaptığından tamamen uzaklaşıp doğru zamanda mola almazsan her şeyi kaybedersin.
İster aktör ol, ister ev kadını, fark etmez…
Doruk noktalarının arasında hiçbir şey yapmadığın boşluklar olmalı. Yatağa uzanıp tavanı seyret. Bu çok, çok önemlidir…
Hiçbir şey yapmamak, çok çok önemli. Ve bu çağdaş toplumda kaç kişi yapıyor bunu? Çok az. Bu yüzden herkes kaçık, saldırgan, öfke ve nefret dolu.
Eskiden, evlenmeden önce, bütün perdeleri çekip yatağa girer, üç-dört gün yataktan çıkmazdım. S.çmak için kalkar, konserve fasulye yiyip tekrar yatağa girerdim. Üç-dört gün yatakta kalırdım. Sonra kalkar, giyinir ve dışarı çıkardım. Pırıl pırıl bir güneş olurdu dışarda, harikulade sesler. Güçlü hissederdim kendimi, şarj edilmiş bir akü gibi. Ama canımı sıkan ilk şey ne olurdu, biliyor musun? Kaldırımda gördüğüm ilk insan yüzü. Şarjımın yarısını kaybederdim o anda.
Kapitalizmle yüklü devasa, boş, aptal ve duygusuz bir yüz - “öğütülmüş”- ve içimden, “Ahhhh, yarısını götürdü!” derdim. Yine de değerdi ama, öteki yarısı benimdi. Evet, tembellik. Öyle derin düşüncelere dalmaktan filan da söz etmiyorum. Serbest düşünce, bir yere varmaya çalışmadan… salyangoz gibi. Harikuladedir!
Charles Bukowski.
İşin özü tempodur. Yaptığından tamamen uzaklaşıp doğru zamanda mola almazsan her şeyi kaybedersin.
İster aktör ol, ister ev kadını, fark etmez…
Doruk noktalarının arasında hiçbir şey yapmadığın boşluklar olmalı. Yatağa uzanıp tavanı seyret. Bu çok, çok önemlidir…
Hiçbir şey yapmamak, çok çok önemli. Ve bu çağdaş toplumda kaç kişi yapıyor bunu? Çok az. Bu yüzden herkes kaçık, saldırgan, öfke ve nefret dolu.
Eskiden, evlenmeden önce, bütün perdeleri çekip yatağa girer, üç-dört gün yataktan çıkmazdım. S.çmak için kalkar, konserve fasulye yiyip tekrar yatağa girerdim. Üç-dört gün yatakta kalırdım. Sonra kalkar, giyinir ve dışarı çıkardım. Pırıl pırıl bir güneş olurdu dışarda, harikulade sesler. Güçlü hissederdim kendimi, şarj edilmiş bir akü gibi. Ama canımı sıkan ilk şey ne olurdu, biliyor musun? Kaldırımda gördüğüm ilk insan yüzü. Şarjımın yarısını kaybederdim o anda.
Kapitalizmle yüklü devasa, boş, aptal ve duygusuz bir yüz - “öğütülmüş”- ve içimden, “Ahhhh, yarısını götürdü!” derdim. Yine de değerdi ama, öteki yarısı benimdi. Evet, tembellik. Öyle derin düşüncelere dalmaktan filan da söz etmiyorum. Serbest düşünce, bir yere varmaya çalışmadan… salyangoz gibi. Harikuladedir!
Charles Bukowski.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)